top of page

Az uyku bol yorgunluk üstü kıymet.

  • cokgezenhk
  • 14 May
  • 2 dakikada okunur

Adamın biri az uyurmuş. Ne gam! Uyku dediğin lüks zaten, kralların şezlongunda, kuğular eşliğinde yapılan bir etkinlik sonuçta. Bizimki halk adamı. Kahraman. Uykusuzluk onun yaşam biçimi, göz altı morlukları da madalyası. “Günde üç saat bana yeter,” dermiş. Bilim? Dinlemezmiş. Doktor? Gülüp geçermiş. Huzuru kim bulmuşki bana düşsün…

Öte yandan, bir başka adam çok yorgunmuş. Öyle böyle değil. Her uyanışı, bir önceki uyanışın pişmanlığına benzer olmuş. Dinlenmek için uyumaya çalıştıkça daha çok yorulurmuş.

Üç buçuk saatlik uykuyu başarı sanırmış. Uyanınca "bugün çok verimli geçecek" diye başlayıp, gecesinde “yarın telafi ederim” diye bitirirmiş.

Ne büyük başarı! Ne güzel bir batış!Çünkü modern insan böyleymiş: Az uyur, çok yorulur, ama asla nedenini sorgulamazmış.

Ve kaderin cilvesine bakın: Bu iki adam aynı kişiymiş.

Konunun özünün yalnızlık olduğunu yalnızlığın ise ne müthiş bir tiyatro oyunu olduğunu bilsede ses etmezmiş aslında.

Adam az uyurmuş, çok yorgunmuş... ama en çok da yalnızmış.

Yorgunluğu sadece bedensel değilmiş. Ruh da yorulurmuş meğer. İnsan, kimseye anlatamadığı düşünceleriyle baş başa kalınca, en çok kendi sesinden bıkarmış. Ama yine de susmazmış. Lakin bu duruma üzülmez insan, Çünkü alışmak, modern insanın afyonudur. Alışmış, az uykulu, çok yorgun, sessizliğe dost, duvarlara sırdaş bir hayata.

Ve her sabah yeni bir gün doğarmış: aynı yorgunlukla, aynı yalnızlıkla, ama yine de uyanarak. Ne de olsa umut, az uyuyanların gördüğü kısa rüyalarda bile kendine yer bulurmuş.

Irvin D. Yalom  Nietzsche Ağladığında kitabında şöyle der;

'Eğer kendi yalnızlığımızı kucaklayamazsak, inzivaya karşı kalkan olarak başka birini kullanırız.'

Şimdi gelelim işin romantik kısmına. Müzik hazırsa 1970'ler Ayvalık halkı meydan da el ele toplandıysa başlayalım o vakit hayat sevince güzel şarkısıyla.

Bazen anlarsın ki, yalnızlık bazen bir sınav değil, bir hazırlıktır. Güzel insanların kalbine yer açmak için geçen uzun bir bekleyiş. O kalp, şimdi daha geniş, daha sabırlı, daha derin olmuştur. Çünkü artık bilirsin: Paylaşılmayan bir güzellik, eksik kalır. Ve ne kadar güzel olursan ol, yalnızken tamam olamazsın.

100 yıllık yalnızlık sona erdiğinde, hayatın kendisi yeniden yazılır. Cümleler başka akar, mevsimler başka kokar. Çünkü güzel insanlar geldiğinde, sadece seninle değil, geçmişinle de dost olurlar. Sana kendini affettirirler. Sana tekrar inandırırlar: Sevgi hâlâ mümkündür, dostluk hâlâ gerçektir, umut hâlâ yeşerir. Ve işte o an, anlarsın ki: En büyük mucize, bir insanın diğerine iyi gelmesidir.

Sona doğru;

Adam az uyurmuş, çok yorgunmuş, fazlasıyla yalnızmış… ama her şeye rağmen kıymet bilmeyi de bilirmiş.

Ne garip değil mi? Bu kadar eksiğin, bu kadar çukurun ortasında hâlâ bir “şükür” kelimesi sığdırabilmek hayata. Ama bilirmiş. Gecenin üçünde, gözleri yanarken yazdığı birkaç satırdan sonra “iyiyim aslında” dermiş kendine.

Az uykuyla geçen gecelerde şikâyet etmeyişinin kıymetini bilirmiş. Çünkü biliyormuş, bazı insanlar çok uyur ama hiç uyanmaz. Çok kişiyle yaşar ama hiç konuşulmaz. Onun azı da varmış, özü de. Yorgunluk mu? O da kendince kutsalmış. En azından bir şeyler yapmış, bir şeylere kafa yormuş, birilerini düşünmüş ki yorulmuş. Hiçbir şey yapmadan tükenmek daha ağırmış. Ve tüm bunların ortasında kıymet bilmek, işte en büyük başkaldırıymış. Modern hayat, hep daha fazlasını istemeyi öğretirken; onun “yettiği kadar” diyebilmesi, küçük şeylere kocaman anlamlar yükleyebilmesi, hayatındaki az sayıda insana umutla bakabilmesi bir çeşit sessiz zafermiş.

Çünkü bazen az uyuyarak, çok yorularak, yalnız kalarak ama hâlâ kıymet bilerek yaşamak… dünyaya atılmış en nazik tokatmış.


ree

 
 
 

Yorumlar


bottom of page