top of page

Beş Yıllık Kalkınma Planlarının Adamı

  • cokgezenhk
  • 12 Nis
  • 3 dakikada okunur

ree

 

Beş yıllık kalkınma planlarının adamıydı o. Devlet Planlama Teşkilatı'nın yapamadığı analizleri kafasında yapar, senaryolar kurar, yaşardı. Fakat sorun şuydu: beş yılın sonunda yine kalkınamazdı. Coğrafya, kaderin planları bozduğu bir alandı adeta. Üstelik kaderin de her zaman ciddi ortakları çıkardı karşısına. Böyle olunca kahramanımızın tüm çabaları hep boşa çıkıyordu.

İlk zamanlar, işini yaparken ki ciddiyeti, sorumluluk alma becerisi ve çalışkanlığı en büyük avuntusuydu. Her şeyden önce iyi niyetliydi; okumuş, üreten, yardımsever bir insandı. Ama zamanla coğrafya öyle bir hal aldı ki, iyi niyetli olmak ya da sadece “iyi” olmak artık aptallık ya da saflığın ötesinde bir tür suç gibi görülmeye başlandı. Hele bir de doğrunun ya da haklının yanında duruyorsan — işte o zaman en tehlikeli kişi sen oluyordun.

Sonuç mu? Beş yıllık kalkınma planları çöpte. Ruh bitmiş, omuzlar çökmüş. Depresyon daha önce tırıs giderken şimdi depar atıyor. “Olmayınca olmuyor”ların ülkesi artık “olmayacak şeyleri zorlamaların” kıtasına dönüşmüş durumda. Aynı durumda olanların sayısı arttıkça mutsuzluk büyüyor. Mutsuz toplum sevmeyi unutuyor. Sevemeyen ve güvenmeyen insanlar ise üretken olamıyor.

Peki suçlu kim?

Belki de mesele, her toplumsal olayda bireylerin “Ben yapacağımı yaptım, gerisi beni ilgilendirmez” demesindeydi. Ya da toplumla ilgili meselelerde “Oyumu verdim, işim bitti” diyerek sahneden çekilmelerindeydi. Anlık konfor alanlarını korumak uğruna, gelecekteki refahlarını feda etmelerindeydi belki de. Carpe Diem diyecek kadar bile olgunlaşamadan, ağaçtan düşmüş Derviş ya da Budist pozuna bürünmelerindeydi.

“Sevelim, sevilelim” mottosundan uzaklaşıp “Herkes bulduğunu yakalasın, hayat kısa, kimse umurumda değil” anlayışına geçtik. Sonra da “Yalnız kaldık dostlar” diyerek yakındık. Ama günün sonunda ne dost kaldı ne de dayanışma; geriye sadece yalnızların yalnızlığı kaldı. Belki de mesele buradaydı.

Toplum olarak hep ailenin en çalışkan, en dürüst çocuğunu sevmedik. İşe yaramazı, düzen bozup ses çıkaranı sevebilmek için mazeretler ürettik. Çalanı övdük, övdükçe çalmasını izledik. En çok kızdığımız hep en az konuşan oldu. Şimdi o sesi çıkmayanlardan iş kurmaları, aile kurmaları, coğrafyayı kurtarmaları bekleniyor.

Biz çalanı, çırpanı "akıllı adam" saydık. İş bitiricilerin çoğu aslında zeki değil, hırsız ruhlu bireylerdi ama bunu görmek istemedik. Çünkü biz başarıyı hak edene değil, kurnaza övgü dizdik. “Dürüst çalışarak kazanacağım” diyene gülerken, “Abi köşeyi döneceğiz, güven bana” diyeni baş tacı ettik. Hırsızın hızlı yol alışına hayran kalıp, "Neden ben olamıyorum?" diye iç geçirdik.

“5 yıllık kalkınma planlarının adamı” gibi ağır ama asil bir unvanın taşıdığı umut ve emek… Diğer yandan bu çabaların sistemin, coğrafyanın, kader ortaklarının altında ezilişi... Ve o trajik döngü: Doğru olanın yalnız kalışı, kötü olanın pohpohlanışı.

Toplum olarak gerçekten bir “yanlış başarı tanımı” içinde debeleniyoruz. Dürüstlüğün salaklık, hilekârlığın zekâ, sessizliğin zayıflık, bağıranın haklılık sayıldığı bir düzlemdeyiz. Ve belki en can yakıcı tarafı: bu düzenin içinde çok kişi hem mağdur hem de bu düzenin gönüllü devam ettiricisi.

Uykusuz gecelerin birinin sabahında aynaya bakar kahramanımız. Gözler şişmiş, yüz çizgileri derinleşmiş, mutsuz bir surat... Geri gelmeyecek yıllar, bir daha ayağa kalkamayacak yorgunluklar, omuzlarda taşıması artık mümkün olmayan ağırlıklar. Yansımada gördüğü şey bir insan değil; kudretten düşmüş bir imparator, zafer kazanamamış bir savaşçı gibidir. O sabah, ne güzel bir müzik iyi gelir ona, ne mevsimlerin değişmesi ne de bir yerlerden gelen mutlu bir haber... Hiçbiri teselli edemez o muhteşem yorgunluğu.

Gülmeye yeltense, kendi yüzüne bile yalan söylemiş gibi hisseder. Sanki içindeki dürüst adam ona bakar ve "Yeter artık," der. Gülümsemesi bile mahkeme dosyasına delil olacak kadar sahte gelir ona. Gülse, yalancılıktan hapis yatacak kadar suçlu hisseder kendini.

Ve işte tam o anda, zihnine tek bir cümle düşer:

“Belki de artık biraz yöntem değiştirme zamanı gelmiştir.”

Belki artık mesele, sistemin içinden bir yol bulmak değil; sistemi en baştan kurmakla ilgilidir. Belki çözüm, artık yalnız kalmamak için yalnızları bulmak, birleştirmek, örgütlemektedir. Belki de mesele, sadece "iyi" olmak değil, "iyi kalmak için strateji geliştirmek" zamanıdır.

 
 
 

Yorumlar


bottom of page